Geçmişte yetmiş iki ilin şahıydı.
Türkiye’nin şerefi, hem de şanıydı.
Bütün dünya bu hoş şehrin hayranıydı.
Âdemoğlu hunharca nasıl da kıydı?
Rengârenk çiçekler süslerdi dört yanı.
Ağaçlar gölgelerdi kırı, ormanı.
Mis kokulu, yemyeşilken kanı, canı;
Gaddarca dolduruldu beton yığını.
Sokaklar ve caddeler batakhane, pis,
Gök dumandan görülmez, kurşuni bir is,
Çöplüğe döndürüldü o canım deniz,
İstanbul’umuz oldu izbe bir dehliz.
Bir zamanlar pek çok şair İstanbul’u
Onur duyup anlatırdı, duygu dolu.
Şimdi bilseler, kırık kanadı, kolu;
Bin kez daha görünürdü ölüm yolu.
Beyatlı, nazlı bebek gibi severdi.
Bir tepeden bakıp da neler söylerdi.
Her köşeni ayrı nakşedip, överdi.
Öyle eşsizdin ki sen, buna değerdi.
Daha nice ozana kaynak, esindin.
İmgelerini canlı tutan isimdin.
Kalemlerine özsu veren besindin.
Duygularını dillendiren resimdin.
Yazık ki ben aczini anlatıyorum.
Suç sende değil, yanlış bir yorum.
Bir sürçü lisan ettim, düzeltiyorum.
Aciz olan “insan” özür diliyorum.
Sen yine de güzellerin güzelisin.
Olanlara tüm gücünle direnirsin.
Yalnızca ve yalnızca şunu istersin;
İnsan denen hayvandan insaf beklersin.
Yok, hayvana hakaret etmemeliyiz.
Bizden farklı onlar, düşünme yetisiz.
Yine de içgüdüyle beşerden temiz.
Utanın ey insanlar, halinizden siz!
Yüreğim kan revan şu acı gidişe,
Gözler önünde yok oluşa, bitişe.
Acil bir çare bulmak gerek bu işe;
Tükenmeden bilet, kapanmadan gişe.
Zamanı çoktan geldi, geçiyor bile,
Hep beraber vermeli artık el ele.
Savaşmalı kötüsüyle, çetesiyle,
Dur demeli seni alan hoyrat yele.
S. Canay GÖKER